Yazarlar:
Cem Uçan
Taner Çınar
İstanbul, 2000 yılı için koyduğu ilk olimpiyat adaylığından beri Olimpiyat Oyunları’nı düzenlemeye belki de ilk defa bu kadar yakın. 7 Eylül’de Buenos Aires’te toplanacak olan Uluslararası Olimpiyat Komitesi İstanbul, Madrid ve Tokyo arasındaki adaylık yarışında son kararı verecek.
Öncelikle söze bu adaylığın İstanbul’un 5. adaylığı (2000, 2004, 2008, 2012, 2020 yılları için) olduğunu belirterek başlayalım. Bu uzun “olimpiyat adaylığı” sürecinde 2016 yılını pas geçen İstanbul’un bu arayı 2020 adaylığına daha iyi bir biçimde hazırlanmak için kullandığını iddia edenler olabilir. Sonuçta İstanbul, ilk 3 arasındaki bir şehir ve 2020 Olimpiyatı için güçlü bir aday.
Bu noktada artık sonuç ne olursa olsun bir adaylık döneminden diğerine alevlenen “bize olimpiyatı vermezler abi”, “olimpiyat bahane, inşaat şahane” ya da “bu sefer çok iyi hazırlandık ama tribünler dolar mı?” gibi tartışmalardan sıyrılıp meseleye biraz daha eleştirel bakmakta yarar var. Bu kapsamda, 2020 için finale kalan 3 şehirden biri olan İstanbul’u ve rakiplerini, Olimpiyat Komitesi Değerlendirme Komisyonu’nun (OKDK) yayımladığı raporda yer alan bazı açılardan ele aldık.
Olimpiyatın her şeyden önce spor ruhunu yansıtan bir müsabakalar bütünü olduğunu düşününce, ister istemez tanıtım filmlerinde sporun ön planda olması bekleniyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde, adaylar arasında bu “iş”in “sportif” yönüne vurgu yapan tek şehir var: Tokyo. İstanbul’un, başlığı dışında sportif herhangi bir ögeyi içermeyen tanıtım videosu daha çok “görülmesi gereken şehir” vurgusuna sahip (Bu arada Madrid’in de İstanbul’dan geri kalmadığını söylemekte yarar var. Her iki şehrin bu konuda aldığı eleştirilerde haklılık payı var gerçekten de).
Organizasyon Bütçesi… Yapalım ama aslında kaça mal olacak?
Olimpik-Paralimpik Oyunlar -evet aslında Olimpiyat Oyunları adaylığı Paralimpik Oyunları’nı da kapsıyor- birkaç hafta süren bir spor etkinliği olmasının yanında öncesi, sırası ve sonrasında yapılacaklarla ciddiyetle planlanması gereken müthiş maliyetli büyük bir organizasyon. Yine OKDK Raporu’na göre İstanbul, adaylar arasında -yalnızca organizasyon için- verdiği en düşük bütçeli teklifle (2.9 milyar ABD doları) bu işe talip. Tokyo’nun teklifi 3.4, Madrid’inki ise 3.1 milyar. Bu arada İstanbul’un bu bütçesi içinde (diğer adaylarda olmayan) bir “devlet katkısı” (553 milyon) hemen göze çarpıyor. Tam burada olimpiyat tarihinin en maliyetli etkinliği olan Londra 2012’nin, planlanan bütçesini yaklaşık 3.5 kat aşmış olduğunu hatırlatalım.
İstanbul | Madrid | Tokyo | |
Organizasyon Bütçesi (milyar ABD doları) |
2.9 | 3.1 | 3.4 |
Gerekli Tesis-Altyapı Yatırımı (milyar ABD doları) |
16.8 | 1.9 | 4.4 |
Dahası var: Altyapı yatırımları
İşler elbette bütçe sunmakla bitmiyor. Olimpiyat azımsanmayacak bir tesisleşme ve altyapı gerektiriyor. Bu açıdan yapılan değerlendirmelere göre İstanbul 3 aday arasında en az hazır olan şehir: hem tesisleşme hem de altyapı (genel ulaşım, tesisler arası ulaşım vb) alanında İstanbul’un 16.8 milyar dolarlık bir yatırım bütçesine ihtiyacı var (Raporda bu işlerin TOKİ tarafından projelendirileceğine dair bilgi de yer alıyor.). Son 20 yılda 5 defa olimpiyat düzenlemeye aday olan bir şehrin bu 20 yılda tesisleşme ve altyapı yatırımları konusunda hala bu kadar yüklü bir yatırıma ihtiyacının olması -adaylıktan bağımsız- spor konusundaki ciddiyetini sorgulatıyordur herhalde. Çünkü bu tür altyapı ve tesisleşme meselelerini daha önceden çözüme kavuşturmuş olan Madrid ve Tokyo için bu yatırım taahhüdü sırasıyla, 1.9 milyar ve 4.4 milyar dolar. Bu kritere göre bir değerlendirme yapıldığında Madrid, mevcut altyapısının avantajıyla bir adım önde görünüyor. (Tabii eğer asıl amaç inşaat lobilerine rant sağlamak değilse.)
Olimpiyat Ruhu – Spor Kültürü
Olimpiyat Oyunları’na aday olmak hemen yanında spor kültürü, sporcu olmak, spor ruhu gibi kavramları ve doğal olarak bu konudaki devlet politikalarını akla getiriyor. Bu kapsamda İstanbul’un olimpiyat adaylığı dosyasında bahsi geçen “Ulusal Spor Planı”, temelde “uluslararası büyük başarılar kazanmak amacıyla her spor dalına destek olmak” gibi bir hedefi işaret ediyor. Sporu hayatın içine almadan, müsabaka içinde sportmenliği ön plana çıkarmadan, sporun birleştirici yönüne vurgu yapmadan “uluslararası büyük başarılar” hedeflemek biraz sorunlu duruyor. Zaten kapsamı çok da net olmayan “Ulusal Spor Planı” ağırlıklı olarak tesisleşme projelerini içeriyor ve tesisleşme spor kültürünün sadece bir parçası. (Mesela, 2011 Üniversite Kış Oyunları için yapılan tesislerin oyunlar sonrasındaki kullanım durumu hakkındaki bilgilere ulaşabilmek, bu tesisler yapıldıktan sonra kaç yeni lisanslı artistik buz patencisi veya kayaklı koşu sporcumuzun yetiştiğini bilmek böyle bir tartışmada çok zihin açıcı olurdu).
Zaten raporda da İstanbul’un adaylığıyla ilgili “spora ayrılan bütçede çok önemli artışa ihtiyaç olduğu”nun altı çizilmiş. 2012 yılında Spor Genel Müdürlüğü bütçesinin toplam bütçe içindeki payının % 0.2 olması raporda vurgulanan tespiti daha çarpıcı hale getiriyor.
2020 yılına aday bir ülkede, geleceğin sporcularının -doğal olarak bugünden- yetişeceği düşünüldüğünde, ortada okullar ya da kulüpler seviyesinde elle tutulur bir “spor politikası” olduğunu söylemek güç. Eğer böyle bir planlama var ve olimpiyat oyunlarının alınması sonrası yürürlüğe girecekse de bunun hangi kaynaklarla icra edileceği çok önemli elbette. (Örneğin 2020 yılında İstanbul’da yapılacak olimpiyat oyunlarında yarışacak “modern pentathlon” ya da “senkronize yüzme” takımlarımızla ilgili planları görebilsek keşke.) İşte burada Japonların “sporun ve olimpik değerlerin yeni nesillerin gelişimine katkısı” vurgularıyla bu işin toplumsal faydasına nasıl odaklandıkları gözden kaçacak gibi değil.
Paralimpik Oyunlar
(Pek bahsi geçmese de aslında Olimpiyat Projesi’nin ayrılmaz parçası olan) Paralimpik Oyunları’na aday olan bir şehirde engellilerle ilgili mevcut düzenlemelerin durumu hakkında çok fazla söze gerek yok. Engelliler ve spor, hemen hiç gündeme gelmeyen, belki de anlamı, toplumun bakış açısı ve gündelik yaşantımızda tuttuğu sınırlı yeri nedeniyle bize en uzak olan konulardan birisi. Engelli-dostu spor tesislerinin varlığını geçelim, şehrin herhangi bir noktasında engelli vatandaşların ihtiyaçlarını gözeterek planlanmış hemen hiçbir yaşam alanı olmaması başta İstanbul olmak üzere tüm ülkenin acı bir gerçeği. Bu noktada basit gereksinimler konusuna gerekli adımları atmazken Paralimpik Oyunları için en uygun tesisleri yaratmak işin ruhuna, özüne uygun bir sonuç, fayda getirir mi, oldukça şüpheli. Kendimizi biraz da zorlayarak olumlu yönden bakmaya gayret ettiğimizde, Paralimpik Oyunlarına ev sahipliği yapmamızın belki engelli-dostu şehirler yaratma, (iyi bir geçmişimiz olmasa da) Paralimpik sporcu yetiştirme zorunluluğumuzu yüksek sesle dile getirmemize ve bu konuda adımlar atmamıza yol açar.
Sportif Başarı
Yarışma ruhu elbette başarılı olma hedefini de içinde barındırıyor. Finale kalan 3 ülkenin olimpiyat macerasına baktığımızda, Japonya olimpiyatlar tarihinde kazandığı 435 madalyayla açık ara önde yer alıyor. İspanya’nın madalya sayısı 133, Türkiye’nin ise 88. Bu noktada halter ve atletizmdeki doping sorunları, bir çok branşta yarışacak seviyede sporcunun olmaması, bazı branşlarda devşirme yöntemiyle elde edilen sporcular Türkiye için “yarışma ruhu”yla ilgili soru işaretlerini de birlikte getiriyor.
Ya Çevre?
Komisyonun raporundaki dikkat çekici bir nokta da İstanbul’un aday şehir olarak yeterli miktarda “herkese açık” yeşil alanlara sahip olmamasına yapılan vurgu. Özellikle son aylarda “ağaç meseleleri” nedeniyle değişen gündem dikkate alındığında bu vurgu farklı bir anlam kazanıyor. Değerlendirme kriterleri arasında yer alan “çevre” için yine raporda tesisleşme ve altyapı konusunda -bu şehir sakinlerinin ne kadar umurunda bilemiyoruz ama- İstanbul’un yoğun kuş göç yolları üzerinde olmasının bile altı çizilmiş.
Sonuç
Bu yazının sınırları içinde yer alan (ve yer alamayan diğer) etmenleri değerlendirdiğimizde sağduyu bu yarışın galibinin Tokyo olacağını söylüyor. Elbette bu kararın sadece bütçe, sportif durum ya da tesisleşmeyle ilgisi yok; ülkeler söz konusu olduğunda politika her zaman işin içinde yer alıyor. Bu noktada karar ne olursa olsun, bugünden itibaren, geniş katılımlı bir tartışma ortamında, olimpiyatları ve sporu geleceğe yönelik projeler olarak ciddi ciddi konuşmaya başlamalıyız. Yapılan anketlere göre adaylığını halkın %88’inin desteklediği İstanbul’da bu adaylıkla ilgili insanlar ne kadar bilgili? Olimpiyatların üzerimizdeki maddi ve çevresel etkisi ne olacak? Olimpiyatlar için -ya da genel olarak- nasıl bir politikayla sporcu yetiştiriyoruz? Bu ve benzeri konuları sorgulamak ve cevaplar bulmak sadece devlete bırakılamayacak kadar önemli çünkü her biri doğrudan geleceğimizle ilgili.
Ve son olarak keşke bilsek, emin olsak : Biz bu Olimpiyat Oyunları’nı ne için istiyoruz gerçekten? Planlarımız hazırlık sürecinde ve sonrasında bir “Spor Ülkesi”ne dönüşebilmek için mi yapıldı? Yoksa bunun önüne geçen akla geldik gelmedik başkaca nedenler var mı? Alamazsak ne yapacağız? Ya da alırsak ne, nasıl olacak? Bu soruların en azından bazılarının cevaplarını sanırım yaşayarak bulacağız. 2020 Olimpiyatı İstanbul’a gelirse şüphesiz bu ülkenin tüm vatandaşlarının olimpiyatı olacak ve teker teker her bireye çeşitli seviyelerde kaçınamayacağımı sorumluluklar yükleyecek: spor için, çevre için, gelecek için, kendimiz için…
KAYNAK: IOC Değerlendirme Komitesi Raporu