Hayır.

Bunların hepsi 6 saniye için değil. 6 saniye, kendini geliştiriyor olmanın bir göstergesi ve sırf bu yüzden de sevindirici ve motive edici ama asıl kazanımların yanında yalnızca bir rakamdan ibaret. Öte yandan bu 6 saniyeye ulaşmak kolay değil, hiç kolay değil. Ardında görmezden gelinemeyecek müthiş bir irade çok fazla kişinin emeği ve saatlerce mesaisi var.

Ülke çapında kendi yaş grubundaki yüzme yarışlarında ilk 50 sırada yer alabilen 12 yaşındaki çocukların neredeyse tamamı 5-6 yaşından beri düzenli olarak yüzme antrenmanı yapar Türkiye’de. Bunların hemen hepsi büyük şehirlerde çoğu da İstanbul’da yaşayan göreceli olarak ekonomik düzeyi ortalamanın üstündeki ailelerin çocuklarıdır. Sürekli artan çalışma temposu da göz önünde bulundurulursa bu çocuklara rahatlıkla “sporcu” denebilir. Benim kızım da bu sporculardan biri şimdilik. Kolay değildir hem sporcu hem de öğrenci olmak. Onu ve okul-kulüp takımındaki diğer arkadaşlarını “sporcu” yapan sürecin yalnızca son bir yılındaki veriler bile bunu azıcık da olsa anlamak için yeterli.

28 Şubat 2014 ile 10 Mart 2015 arasındaki bir sene içinde -kara çalışmaları hariç- havuzda yaklaşık 300 yüzme antrenmanı yapmışlar. Haftanın 6 günü yapılan bu antrenmanların süresi iki buçuk saat kadar. Her bir antrenmanda yüzülen mesafe en az 3.0-3.5km. Yarıyıl tatilinin çift çalışmalarıyla ekstra sabah antrenmanları da eklenince son bir senede yüzülen mesafe 1,000km.’nin üstüne çıkmış oluyor. Başka bir kilometre hesabı daha var. O da İstanbul’a özgü bir durum. Sporcunun şehir içi ulaşım hizmetiyle ilgili bir kilometre hesabı bu. Okul çevresinde oturan bir sporcunun kulüp çalışmasına gidip geldiğinde kat ettiği yaklaşık mesafe günde 40km. Son bir senenin 300 antrenman günü için bu 12,000km demek. Ulaşım ve antrenman süresinin toplamı küçük sporcunun bir gününün uyku hariç 1/3’ü neredeyse. Zaten günün kalan kısmı da okulda geçmekte. Evde geçirilen zaman çok çok kısıtlı. Sabah kahvaltısı evde veya sabah antrenmanı sonrası okulda ya da kulüpte, öğlen yemeği okulda, akşam yemeği ev uzaksa arabada. Ve ara öğünler, ara öğünler, ara öğünler. Antrenman öncesi, hemen sonrası, okuldan çıkınca, okulda acıkınca… Mayo, çok mayo, çeşit çeşit bir sürü mayo, yüzücü gözlükleri, rengarenk, aynalısı aynasızı yüzücü gözlükleri, el paletleri, ayak paletleri, pilates lastikleri, spor ayakkabıları, eşofmanlar, havlular, bornozlar, şnorkeller, ağırlıklar, kulüp aidatları, okul ücretleri, benzin masrafı, şehir içi yarışları, şehir dışı yarışları, ülke dışı yarışlar… Ve aksatılmayan ödevler, üzerinde ciddiyetle çalışılan geciktirilmeden teslim edilen projeler, sanat-bilim faaliyetleri, eksik olunmayan okul içi etkinlikler, düşürülmemeye gayret edilen ve hiç de fena olmayan notlar… Yaz tatili? Elbette. 4 hafta. Mümkünse her gün “biraz” da olsa yüzerek.

20150519_090400Kızımın okulu Özel Sezin Okulu’nun küçükler klasmanındaki yüzme takımları 2014 yılında İstanbul Şampiyonası’nda kızlarda 5.,  erkeklerde 7. olduğunda 100 farklı okulun sporcuları yarışlara katılmıştı. O yılın yarışlarının son günü olan 28 Şubat’tan 2015’in 10 Mart’ında başlayan yeni sezonun okul yarışlarına kadar yukarıdakilerle dolu 375 gün geçti. Yarışmalara en fazla sporcuyla katılan okullardan birisi olan Sezin Okulu 2015’te erkeklerde 1., kızlarda 3. oldu. Takım olarak kızlarda 78, erkeklerde 71 okul katıldı İstanbul yarışlarına.

100 metrelik branş yarışlarında sporcular derecelerini 6 saniye civarında geliştirdiler. 12 Mart 2015 Perşembe yarışların son ve en mutlu günüydü. Kupalar alındı, okula geldi sporcular. Arkadaşlara göstermeler, kabul edilen tebrikler, fotoğraflar, tam bir coşku hali yani. Çocuklarına anlatacakları unutulmaz bir anı. Yarış gününün akşamına yine antrenman? Şüphesiz var. İki ay sonra yarı finallere ve hemen ardındaki finallere hazırlanmak gerek. Onlar bitecek 2016’nın şampiyonaları için kulaç sallanacak. Ve kuşkusuz; önümüzdeki yıl daha çok çalışılacak, daha fazla emek harcanacak ve fakat bu sefer rakamımız o devasa “6” kadar bile olamayacak.

Geliştirilen dereceler, madalyalar, kupalar elbette hoş ama çocuklarımızın spor yaparak kazandıkları bunların çok ötesinde. Sosyalleşmek, çalışmayı ve değerini bilmek, yenilmeyi, defalarca yenilmeyi öğrenmek, özgüven kazanmak, hayata olumlu bakabilmek, başarı hissini tatmak, öz disiplinini geliştirmek, irade sahibi olmak, paylaşmak, tehlike altında olmadan bazı bedeller ödeyip hayat boyu kullanılacak dersler almak, kazanmak, rakibe saygı duymak, rakibin de sana saygı duyabileceğini görmek, duygularını kontrol etmek, heyecanla baş edebilmek, eğlenmek ve daha bir yığın paranın satın alamayacağı yalnızca emekle sahip olunacak kazanım. İşte 6 saniye dışında elde edilenlerin yalnızca bir bölümü. Bir çocuğu kendisine bu özellikleri kazandıracak spor platformunda tutabilmenin, hele bizim ülkemizde, çok pek çok şartı var. Ama çocukları yalnızca eğlenmek, başardığını hissetmek, bir şekilde kazandığını görmek ve takdir edilmek ilgilendiriyor aslında. Kontrol edemediğimiz, çoğu ülkemizin genel yapısıyla ilgili çevresel etmenler çok fazla da olsa bunları sağlamak için özveriyle çalışan bir “başka takım” daha var sporcuların arkasında. Çocukları sporcuya çeviren, bunun için çok emek harcayan antrenörleri, spor öğretmenlerini ilk sıraya koymak yanlış olmaz herhalde. Çocukların üzerinden gözünü eksik etmeyen okul yönetimleri ve onun anlayışını her an hissettiren öğretmenler de çok kıymetli, eğer varlarsa. Pek herkesin harcı olmayan bir tempoyu sürdürmek için mücadele eden ebeveynler de bu döngünün olmazsa olmaz bir parçası tabii ki.

Eğitimi olması gereken düzeyde sağlamak oldukça zor. Olması gereken düzey de çok tartışmalı zaten. Düzenli spor yapmak, bir çocuğa hakkıyla spor yaptırmak, sporu hayatının bir parçası haline getirmek Türkiye’de çok çetrefilli bir iş. Geçmişimiz, durumumuz ortada. Sporu eğitimin bir parçası haline getirmek, eğitime eklemlendirmek hayal gibi ülkemizde. Bu anlayışa sahip eğitimciler, yöneticiler, çalıştırıcılar, ebeveynler hiç de fazla değil. Yetişmemişler, yetiştirilmemişler, yetişmiyorlar da sanki. Konunun önemini bilen ve bu uğurda çabalayanların da olanakları ister istemez ülkenin sağlayabildikleriyle sınırlanıyor. Kişisel, küçük toplulukların kaynaklarıyla ne kadar ilerlenebilirse o kadar ilerleniyor. O nedenle bu zümrenin değerini bilmek, onların arasında yer almak, maddi manevi desteklemek ve nihayetinde hem onlardan hem de sporculardan takdiri, ayırabileceğimiz kaynakları eksik etmemek gerekiyor.

Yaşasın Spor!