Biliyorsunuz değil mi her şeyin olduğundan daha kötü olmamasının, diğer bir deyişle kötülerin daha fazla kötülük yap(a)mamasının nedeni o kadar da kötü olmadıklarından değil, cesur iyilerin dimdik karşılarında durup kötülüğü “az”da tutabilmek için mücadele etmelerinden hep.

İyilikle kötülük bir cetvelin iki ucu. Yaşamımızın nasıl olacağını da bu cetvelin üstünde gidip gelen eflatun bir toka belirliyor. İki taraf da eflatun tokayı kendine doğru çekmeye çalışıyor. Herkes, her şey, gücü, inancı, sabrı, cesareti, vicdanı, konumu, durumu ile orantılı olarak eflatun tokanın yerine etki yapıyor. Çoğumuz armut gibi yerimizde otururken birileri Kuzey Buz Denizi’nde petrol platformu kurulup da doğanın anası ağlamasın diye Rusya’nın diplerinde hapiste kalmayı, birileri de bizi hiç tanımadıkları halde çocuklarımız özgür yaşasın diye sokaklarda ölmeyi göze alabiliyor.

Kızlarla erkekleri şimdiden ayrı okullara gönder(e)memelerinin, kıdem tazminatı yeni düzenlemesinden -şimdilik- vazgeçmelerinin, kışlayı yap(a)mamalarının, yeni ehliyet ücretini 101TL’den 15TL’ye düşürmelerinin, “uygun” bulmadıkları evleri bas(a)mamalarının, daha da fazla ağacı daha da hızlı kesip rant alanlarını daha da genişletmemelerinin nedeni istemediklerinden filan değil; birilerinin tüm bunlara direnmesindendir. “Bak işte o kadar da yapmadılar”la kendini kandırmayıp hayatını başkalarının eline öyle çarçabuk teslim etmeyerek bu direnenlere omuz verebilir iyiler. “Kendi işimle gücümle, ailemle uğraşıyorum, benim görevim yalnızca bu” diye yanılmakta ısrar edip misyonu bizim hayatımızı değiştirmek, çocuklarımızın geleceğini karartarak şekillendirmek olanları görmezden gelemeyiz biz. Bu arada haberdar olmadığımız koca bir güruhunun da eflatun tokayı iyiliğe çekmek için asılıyor olmasının güveni daima içimizde hissederiz.

“Ben ne yapabilirim ki?” diyen herkes eflatun tokayı iyiliğe çekmek için “bir şey” yapıyor aslında. Var oluyor mesela. Ama bu asla yetmez, yetmeyecek. Önemli olan her geçen gün daha fazla asılmak eflatun tokaya; iyiliğe daha çok yaklaşsın diye. Bunun için kimi konuşur, kimi yazar, kimi parasını kullanır, kimi okul açar, kimi bağış yapar, kimi çekinerek de olsa bir iyiye destek verir, güven pompalar, korur kollar, kimi yalnızca “buradayım”la umut olur, kimi oy verir, kimi toplumsal siyaseti hayatının merkezine oturtur, belediye meclisine üye olur, başkan olur, kimi kendininkini hiçe sayar deprem göçüğünden başkasının hayatını çıkarıverir, canını kurtarır, kimi daha da cesur yazabilsinler diye gazete abonesi olur, kimi iyi tarım yapar, kimi sokak kedilerine süt verir, kimi ücreti az olana daha çok zam yapabilme gücünü kullanır, bazıları çocuklara yüzme öğretir, bazıları tweet atar, bazıları başbakan olur, kimi sonuna kadar hakkını arar, bazısı hakkını arayana yürekten arka çıkar, bazıları şarkı yazar, bazıları söyler… Yani neredeyse her anımız her hareketimiz eflatun tokaya etki eder.

Ve biliriz ki, iyilikle kötülük arasındaki maçın belli bir süresi, sonu yok. Dolayısıyla kesin galibiyet, tam kazanmak da yok. Ama kesin mağlubiyet ve tam kaybetmek de yok. Bıkıp usanmadan yapmamız gereken eflatun tokayı hareket ettirmek için hep çaba sarf etmek, her seferinde bi gıdım daha fazla asılarak farkın iyiliğin aleyhine açılmasını önlemek.