Değer yargıları, yaşanılan ülkenin, bölgenin sunduğu olanaklar, yakın çevrenin düşünceleri ve yaptıkları gibi bireysel olarak müdahale etmenin zor olduğu toplumsal olgular o toplumun parçası olan herkesin neredeyse her türlü kararını etkiler. Kişiler de çoğunlukla bunun farkına varmadan beklentilerini ayarlar, vizyonlarını sınırlar ve yaşamlarının kendi kontrolleri dışında şekillenmesine ister istemez izin verirler. İlk bakışta olumsuz gibi algılanabilecek bu gerçek hayatı epeyce kolaylaştırır da aslında. Ama  gerçek sıklıkla -bizim tanımladığımız- doğruya bile ters düşer.

Eğitim ve öğretim de fazlasıyla nasibini alır yukardaki saptamadan. Toplum ve o toplumdan çıkan bireylerin yönettiği devletle dünyanın geri kalanından etkilenme oranı, biçimi ve isteği eğitimi şekillendirir. Türkiye’de şanslıysak -yani paramız ya da bir şekilde devlet desteği varsa- okul öncesi eğitim alarak, değilsek 6-7 yaşında okula başlar çocuğumuz. Okulda öğretilenlere karışmak, en azından sorgulamak pek mümkün değildir. Bir müfredat vardır ve o takip edilir. Birkaç okul arasından seçme şansımız olsa bile ilköğretimdeki en önemli etken olan öğretmeni belirlemek hemen hiç bir zaman ebeveynin tasarrufunda değildir. Sürece müdahil olamasak bile yine de süreç sonunda eğitim ve öğretimden bazı yararlar bekleriz. Genel olarak da herkesin nihai beklentisi aynıdır: para kazandıracak mümkünse -kendi kafamızda nasıl tanımlıyorsak öyle- itibarı olan bir iş. Bu kolaycılık ve öğrenilmiş çaresizlik çıktının istediğimiz gibi olmamasına yol açabilir. Çoğunlukla da çıktının istediğimiz şey olduğunu sanıvermek yanılgısına düşeriz. İşte bu yüzden hedefe giden yolda yolun da hedef kadar önemli olabileceğini baştan fark etmek iyidir.

Sonuçtan daha az önemli olmayan süreç takibini, çocukların yaptıkları spor faaliyetleri açısından ele almak istiyorum. Ebeveynlerin kendileri spor yap(a)mazken çocuklarını bu konuda yönlendirmeye çalışmalarının çeşitli nedenleri olabilir. Gaddarca bir bakışla bunların arasında “Ben çok istemiştim ama yapamadım o yapsın” gerçeği -ya da kandırmacası-,  “spor yapıyor” olmanın belli bir statü -aynı boş vakitlerimde kalın kitap okurum ya da televizyonda sadece belgesel seyrediyorum demek gibi- kazandırdığı inancı, aynı sosyal çevredeki diğer ebeveynlerin çocuklarına spor yaptırma isteklerinin kopyalanması gibileri olabilir. Spor iyi olduğunu bilip de yap(a)madıklarımızın başında gelir. İşte bu yüzden sokaklara haytalık yapmadığı  -ki artık neredeyse küçük yerleşim yerlerinde bile oyun oynanacak sokak yok- ve okulunu aksatmadığı sürece çocuğun spor yapması genel olarak desteklenir durumda ülkemizde. En azından teorik yaklaşım bu yönde. Hemfikir olabileceğimiz en önemli nokta spor yapmanın yararlı olduğu. Çocuklarımıza spor yaptıralım. Onları bu konuda destekleyelim. Varsa maddi olanakları seferber edelim. Elbette. Ama bu arada spor yapma sürecini de sürekli gözleyip beklenilenleri verip vermediğini kontrol edelim. Spor yapan çocuğumuzun kazanımlarını izleyelim, artırmaya çalışalım. Elemanı tenis kursuna yazdırıp orada ne yaptığını, mutlu olup olmadığını takip etmemek spordan beklenilen faydanın alınamamasına yol açabilir. Çoğunluğun yaptığını yapmanın verdiği huzura erip ondan sonra da ipin ucunu salıvermemek lazım.

6-17 yaşları arasındaki bir çocuk-genç eğer herhangi bir spor dalıyla özel olarak ilgilenmiyor ve en azından açıkhavada yeterince oyun oyna(ya)mıyorsa okuldaki haftalık iki üç saatlik beden eğitimi dersi spor yapmak olarak değerlendirilemez. Bununla birlikte okulunun ya da ailesinin sağladığı olanaklarla spor yapabilen bir çocuğun da ebeveynleri tarafından, elbette onu rahatsız etmeden, gözlenmesi gerekir. Ancak bu yolla yaptığı sporun yararları fark edilip artırılabilir. Bu gözlem için bir kontrol listesi oluşturmaya çalıştım. Listeyi genel olarak ilköğretim çağındaki (6-14 yaş) çocuklar için hazırladım. Bu listeyi yaparken çeşitli spor yayınlarından ve özellikle Dieter Voigt’in Spor Sosyolojisi ve Yaşar Sevim’in Antrenman Bilgisi kitaplarından yararlandım. Liste edindiğim bilgilerle şekillenen kişisel düşüncelerimi de içermektedir. Bu yüzden bilimsel ve akademik bir saptama olarak değerlendirilemez. Olsa olsa bir fikir bildirimi olarak ele almak lazım.

Listenin ilk maddesi eğlenmek. Düzenli spor çalışmaları yapan çocuk bu çalışmalar sırasında mutlaka eğleniyor olmalıdır. Yorulmak, maç kaybetmek, koçtan fırça yemek, burkulan bileğin acısı eğlenmenin engeli değildir. Tüm bunlar yaşansa da genel anlamda çocuğun spor yaparken eğlenmesi bunu bir görev olarak yapmaması önemlidir. Özellikle 6-12 yaş grubundaki tüm çocuklar için bu yakından takip edilmelidir.

Spor yaparken oluşturduğu sosyal çevreyle (arkadaşları, spor öğretmenleri vb) çocuğun ilişkisinin gözlenmesi gerekir. Bu gözlem iki taraflı yapılmalıdır. Her spor öğretmeni gerekli mental donanımlara sahip olmayabilir. Çocuğun ruhsal durumuna aykırı davranışlar çok küçük yaşta spordan soğumasına daha da fenası zor tamir edilebilir özgüven sorunlarına yola açabilir. Bununla birlikte çocuğun yaptığı her şeyi olumlayan yaklaşımlar -ki paralı kurslarda bu sık görülebilir- da istenilen gelişmeyi engeller. “Doğru” bir spor öğretmeninin çocuğun yaşamına parayla ya da zamanla satın alınamayacak çok olumlu katkıları da olacaktır.

Spor yapan her çocuğun yaşına göre temel motorik özelliklerinin gelişmesi beklenmelidir. Bunları ayrıntılarına ve açıklamalarına girmeden kuvvet, sürat, dayanıklılık, hareketlilik ve koordinasyon olarak sınıflandırabiliriz. Elbette bu korkutucu terimler çocuğun yaşıyla bağlantılı olarak değerlendirilmeli bu konuda abartı beklentilere girilmemelidir. Örneğin 8-9 yaşlarındaki bir çocuk kendi vücut ağırlığının üçte birini zorlanarak da olsa kaldırıp birkaç adım atabilir. Ya da 6 yaşında düzenli olarak topla çalışan (antreman yapan, oynayan vb.) bir çocuğun 2-3 metrede ilerdeki bir hedefe eliyle bir tenis topunu fırlatıp vurma olasılığı spor yaptığı sürece zamanla artmalıdır.

Çocuğun yaptığı sporla ilgili basit kuralları öğrenmiş olması da algılamasını kontrol etmeye yarayacaktır. Haftada bir iki defa basketbol antremanına giden 8-9 yaşlarındaki bir çocuk belki hangi hareketin hatalı yürüme olduğunu henüz pat diye bilemez ama serbest atıştan kazanılan sayı (1) ile oyun sırasında yapılan sayının (2) aynı değerde olmadığını bilmelidir.

Spor yapan çocukların özellikle 10-12 yaşından sonra rol modellerinin olduğu sıklıkla görülür. Bu rol modellerin kimler olduğunun bilinmesi de çocuğa olan yaklaşımlarında ebeveynlere önemli yardımlar yapar. O rol modellerini izleme fırsatının yaratılması, onlardan bahsedilmesi, onlarla ilgili çocuğun bilmediği farklı -ve tabii olumlu- yönlerin dillendirilmesi çocuğa yaptığı sporun anne babası tarafından önemsendiği duygusunu verecektir.

Sporun çocuğa popülerlik kazandırıp kazandırmadığı da izlenmelidir. Genç sporcular daha özgüvenli ve rahat olurlar. Bu durum sosyal ilişkilerine yansır. Bu her zaman çok sayı yapmayı ya da başarılı olmayı gerektirmez. Yalnızca takımın formasını giymek hatta antrenmana çıkmak bile bunun için yeterlidir. Benzeri olumlu gelişmeler spor yapan tüm çocuklarda beklenebilir. Ancak tam tersi biçimde spora başladıktan sonra oluşan içe dönüklük, sessizleşme gibi saptamalar varsa mutlaka nedenleri öğrenilmelidir.

Sonuç olarak sporla ilgilenmesini teşvik ettiğimiz çocuğumuzun spor yapma süreci -hemen her eğitim sürecinde olması gerektiği gibi- gözlenmeli, genel fizyolojik ve psikolojik faydalarının ortaya çıkıp çıkmadığı izlenmelidir. Dikkat edilmesi gereken iki temel nokta çocuğun başkalarıyla değil kendinin önceki dönemleriyle karşılaştırılması ve ebeveyn tarafından yapılan gözlemin çocuğu rahatsız etmemesidir. Bunlara uyulmaması bırakın yapılanlardan fayda sağlamayı çok önemli ruhsal sorunlara yol açabilir. Bu arada ne hedeflenirse hedeflensin spor yapan bir çocuk için en belirgin motivasyon eğlenmektir.

20160809_093346

Eğlenmek şart!