Bir spor yazarı, televizyondaki bir programda, spor kulüplerinin -özellikle futboldan bahsediyordu aslında- kendi spor karşılaşmalarına yeterince seyirci çekememesiyle ilgili ilginç bir noktaya değinmişti. Kulüp yöneticilerinin “rakiplerini” iyi sınıflandırması gerektiğini belirtmişti. Ona göre karşılaşma sırasında rekabet ettikleri diğer takımlar kadar, içinde sinemaları, farklı yemek yeme seçenekleri, eğlence mekanları, marketleri ve pekçok tüketim markasını barındıran mağazaları bulunan alış veriş merkezlerinin de spor kulüpleri için önemli rakipler olduğunu söylemişti. Bu doğru bir saptama.

Alış veriş merkezleri sundukları hizmetlerle isimlerinin ötesinde bir işleve sahipler. Artık yalnızca alış veriş yapılan yerler değil, eğlenilen, kolaylıkla zaman geçirilebilen mekanlar bunlar. Hal böyle olunca da araya sıkışmış boş zamanları alış veriş merkezlerinde değerlendirmek iyi ve oldukça kolay bir çözüm gibi gözüküyor. Ülkemiz kent yaşamında bundan kaçınmak hiç de kolay değil. Trafik, hava koşulları, güvenlik kaygıları, maliyetler, yetersiz sosyal olanaklar, açık hava mekanlarının çok az olması, alış veriş merkezlerinin farklı ihtiyaçları karşılayabilme avantajı gibi etmenler hemen herkesi bu merkezlere yönlendiriyor. Önemli işlevleri olan bu merkezlerden kendimizi tamamen soyutlamak ve oralara gidiyor olmayı -düşünsel anlamda- kendimize ızdırap haline getirmek de doğru değil. Zira bu mekanlar önemli bir ihtiyacı karşılıyorlar.

Yine de haftasonlarının büyük bölümünü, boş zamanların çoğunu buralarda geçirmek -özellikle de çocuklar için- doğru değil şüphesiz. Spora yönlendirmek, sporu sevdirmek istediğimiz çocuklarımızın değerli zamanlarının bir bölümü belki de spor karşılaşamlarının yerinde izlenmesine ayrılabilir. Çocukların gözünde sporu cazip hale getirmek kamu kurumlarının, spor yöneticilerinin, okulların görevi olduğu kadar, olanaklar ölçüsünde, ailenin de sorumluluğunda. Hele anne-baba zaten çocuğunun sporla ilgilenmesini istiyorsa bazı fedakarlıklar yapmalı ve bu konuda yöntemler geliştirmeli. Eğer aile içinde sporun önemli bir yeri yoksa, spor karşılaşmaları yalnızca televizyondan o da ara sıra takip ediliyorsa ve de üstelik çocuğun belli bir spora fiziksel yatkınlığıyla ya da en azından isteği bulunmuyorsa haftada bir defa gidilen basketbol çalışması çocuğun hayatına sporu ilelebet sokmaya yetmeyecektir. Buna karşılık içinde gerçekten spor olan eğlenceli bir gün pekçok çocuğun yeniden tekrarlamak istediği, bir süre sonra da her fırsatta yaşamaya can attığı zamanlara dönüşebilir. Bir hentbol karşılaşmasını canlı izlemenin, televizyonda gördüğü sporcuları yüzyüze görmenin çocukların üzerinde olumlu etkileri olacaktır. Bu nedenle alış veriş merkezlerinde geçirilecek haftasonlarının bir bölümü belki içinden spor geçen günlere çevrilebilir. Ancak bunu yaparken yaşanılan yerlerin koşulları -ki büyük ölçüde trafiği kastediyorum- gözönünde bulundurulmalı eğenme amaçlı zaman ızdıraba dönüşmemelidir.

En önemli noktalardan biri de çocukların spor karşılaşmalarını –fanatik olmasa bile- taraftar kimliğiyle takip etmesine yönelik tutumlardan kaçınılmasıdır. Çocuğun sporu, sporun kendisinden zevk aldığı, sporcuların hangi takımda olursa olsun performanslarını izlemekten mutlu olduğu için sevmesi önemlidir. Bu aile tarafından kazandırılabilir bir özellik midir? Buna cevap ver(e)meden başka bir soru sorayım: Peki aile (anne-baba) sporu bu nedenler yüzünden mi sever (ki)? Kendine itiraf etmesi zor şeyler bunlar. Ama eğer çocuğumuzun hayatında sporun kalıcı yeri olsun istiyorsak yöntem sporu spor için sevdirmeye gayret etmek olmalıdır.

Çocuğumuzun eğleneceğini düşündüğümüz içinde spor olan, iyi organize edilmiş (yol-trafik planlaması, spor karşılaşmasının mekanı, yeme-içme vb) bir haftasonu belki ailedeki herkesin zaman zaman tekrar etmek isteyeceği bir etkinliğe dönüşebilir. Bu da sporun hayatımıza bir yerlerden girmesine büyük ölçüde yardım edecektir.